29 Ağustos 2012 Çarşamba

Ve Yaşam Sürüyor - Zendegi va Digar Hich - Life And Nothing More

Huzurlarınızda "Köker Üçlemesi"nin ikinci filmi Ve Yaşam Sürüyor. İlk filmde arkadaşının evini aradığımız Ahmet'i arıyoruz bu kez.

Felaketler ne kadar engel olabilir ki devam etmek için hayata? Ve bıraktığı miras nedir kalanlara? İnsan ruhunun gücü alışır her şeye. Yeter ki sahip olunan değerler "şey"lerden ibaret olmasın.


1990 yılında İran'da 40.000 kişinin öldüğü büyük bir deprem meydana gelmiştir. Arkadaşımın Evi Nerede filminin küçük oyuncusu Ahmet'in yaşadığı Köker de zarar görmüştür bu depremde. Filmin yönetmeni, yanına oğlu Puyar'ı alarak Ahmet'i aramak için Köker'e doğru yola çıkar. Yollar yıkılmıştır, insanlar göç etmeye çalışmaktadır. Trafik yolları geçilmez kılmıştır. Varılacak yer, epey zorlu yolların sonundadır. Uğranılan duraklarda yıkılan evler, yıkılan hayatlara inat devam eden alışkanlıklar. Depremden 1 gün sonra evlenen çift, dünya kupasını izlemek için çırpınan erkekler.

EN BEĞENDİĞİM DİYALOG : Yönetmen ve yeni evli adam evin girişinde sohbet ederler. Karısının suladığı çiçekten akan sular yönetmenin üstüne gelir.
Adam       : Kadın, bu beyefendiyi ıslattın. Yabancıları hiç saymadığımızı düşünecek.
Yönetmen  : Enkaz altında kalan insanları düşünüyorum da, iki damla suyun bana zararı olmaz.

GÜLDÜREN KARE : Puya'nın yolculuk sırasında tuvalete gitmesi gerekir. Araba yol kenarına çekilir. Ayıp olan şey gizlenerek yapılmalıdır. Puya da devekuşu misali saklar kendini.

DÜŞÜNDÜRÜCÜ : Yönetmen Köker'e doğru ilerlerken yolda karşılaştığı, dünya kupasını izleyebilmek için anten ayarlamaya çalışan gençle konuşur. Yol tarifi aldıktan sonra;
Yönetmen : Bir şey sorabilir miyim? Depremin onca cana mal olduğu bu durumda siz maç izliyorsunuz?
Genç        : Doğruyu söylemek gerekirse ben de yastayım. Ama ne yapabiliriz? Dünya kupası 4 yılda bir oluyor fakat deprem kırk yılda bir.
Yönetmen  : Ve yaşam devam ediyor

BEĞENDİĞİM OYUNCU : Bilgi dolu Puya (Buba Bayour). Anlatmayı seviyor, iddiayı da öyle. Çekirge beslemek istediğinde, sıcak kola içtiğinde çocuk; çekirgelerin neden göç ettiğini anlatırken, depremde kızını kaybeden anneyi teselli ederken öğretmen oluveriyor. Öğrendiği şeyleri anlatırken tavrı öylesine keskinleşiyor ki duyduğu gururu hissediyorsunuz.


Bu kez biz soruyoruz ve filmin adını "Ahmet Nerede?" diye değiştiriyoruz.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Arkadaşımın Evi Nerede? - Where Is The Friend's Home - Khane-ye Doust Kodjast

Abbas Kiorostami'nin "Köker Üçlemesi" olarak bilinen 3 filminden ilkidir "Arkadaşımın Evi Nerede?".

Kim anlar seni çocuk, kim bilebilir içinde taşıdığın kendince ağır sorumluluğu? Oysa büyükler ne sabırsız. Koşmazlar senin gibi amacına ulaşana kadar. Neden kimse duymaz seni, sorularına önem vermez? Bu filmde sabrı,  yaşlı bir adamın ağır yürüyüşlerine eşlik ederek aynı eve yapılan ikinci ziyaretle öğreniyorsunuz. İnsan hikayesidir bu, yaşam hikayesi, dostluğun ve mücadelenin hikayesi.
Bir sınıfta başlar her şey. Okul denilince ödev gelir akla ve ödevini yapmayan çocuklar. Muhammed Rıza defterini kuzeninde unuttuğu için ödevini kağıda yapmıştır. Disiplini sağlamaya çalışan öğretmeni tarafından tüm öğrenciler önünde son kez uyarılır ve okuldan atılmakla tehdit edilir çünkü daha önce 3 kez aynı hatayı yapmıştır. Ancak o gün, sıra arkadaşı Ahmet, çok benzediği için yanlışlıkla Muhammed Rıza'nın defterini de çantasına koyduğunu eve gidince fark eder. Defteri ona mutlaka ulaştırmalıdır. Büyük bir sorunu vardır Ahmet'in. Kendi evinden epey uzak Poshteh'te oturan arkadaşınn evi nerede bilmiyordur. Serüven başlar, yola çıkar tek başına inatla. Sokak sokak dolaşır saatlerce. . . Sonra? Bir sınıfta biter her şey. Ahmet arkadaşının evini bulmuş mudur cevap verir bize.


EN BEĞENDİĞİM DİYALOG : Ahmet Poshteh'ten dönerken dedesi onu görür ve yanına çağırır. Nereye, ne için gittiğini öğrenmek ister. Cevabını alana kadar da birkaç kez sorar. Kendisine sigara alması için de ısrar eder. Ahmet gittikten sonra dedesi ile dedesinin arkadaşı arasında geçen sohbet,  İran'ın köyünde de yaşansa eğitimin önemi hakkında bize ders verir.
Dede      :  Çocuğun gelecekte iyi bir adam olması için eğitim almasını istiyorum. Çünkü tembel olursa topluma yararlı olmaz. Torunumun buraya nasıl geldiğini gördün. Ona aynı şeyi 3 kez söylemek zorunda kaldım.
Arkadaşı : Diyelim ki seni dinledi. Yine ona vurur muydun?
Dede      : Tabi ki vururdum. Babam harçlığımı vermeyi unutsa da beni dövmeyi unutmazdı. Disiplini öğreten budur. Toplumda çocuklar disiplin anlayışını sürdürmelidirler.

EĞLENCELİ BİR SAHNE : Sokaklarda dolaşan Ahmet'in önüne balkondan bir çarşaf düşer. Sahibi ona atmasını ister. Çelimsiz kollarıyla, küçücük boyuyla ne kadar yukarı fırlatabilir ki onu? Dener yine de ve güldürür bizi azmiyle.

ETKİLEYİCİ BİR SAHNE : Muhammed Rıza düşer okul çıkışında. En yakınıdır yine ona yardım eden. Çeşmedeki suyla yıkar bacağını Ahmet, Muhammet Rıza'nın.

Küçük kahramanımız Babek Ahmed Poor (Ahmet) tekrar tekrar söyler cümlelerini. Naif bakışıyla saçlarını okşatmak ister size. Kararlılığı, şaşkınlığı ve hayal kırıklığıyla yanı başınızda hissedersiniz onu. Öylesine içten, öylesine bizden. Ne topuğu var çorabının ne de burnu.


Sürpriz dediğin bir çiçektir bazen, sayfa arasına bırakılan. Umut ettirir. . . 





Gabbeh- Kilim

"Hayat renktir, Aşk renktir, Erkek renktir, Kadın renktir, Çocuk renktir"


İran filmleri için sıradışı dedik ama bana göre bu filmlerin en sıradışı olanıdır Gabbeh. Zaman mekan sıçramaları aklı kurcalar.

Renkler anlatılır bu filmde, geçmiş ve şimdiki zaman anlatılır. Nasıl kavuşulamadığı anlatılır bu filmde, nasıl uzak kalındığı anlatılır. Zaman ne de üzer insanı. Geçmiştir çünkü. Gitmiştir. Gözler yorgun bakar artık, özlemle bakar, pişmanlıkla bakar.



Yaşlı bir karı-koca kilim yıkamaya inerler dere kenarına. Yere sererler ve güzel kilimini okşar kadın. Gabbeh çıkar ortaya, öylece uzanır halde kilim üstünde. Hikayesini paylaşır onlarla. Aşıktır Gabbeh. Sevdiğine kavuşabilmek için engellerle boğuşur. Amcasının şehirden dönmesi, evlenmesi için  babasının koyduğu ilk şarttır. Zaman geçer amca döner, Gabbeh kavuşamaz. Her hikayenin tasviri vardır kilimlerde. Bakmayın siz bana anlatmak, tanımlamak zor bu filmi. En iyisi göçebe kabile kızı Gabbeh ile birlikte, yükleyip eşyalarımızı, çıkalım bu yolculuğa. Çok gezip çok bilelim. Film bittiğinde tek bir soruyu yanıtlayalım. Gabbeh aslında kim?




EN BEĞENDİĞİM DİYALOG : Evleneceği kadını rüyasında çeşme başında gören amca kabilesini her çeşme başına uğratarak dolaştırır. Kanarya gibi öten kadını arar kalbi. Sonunda rastlar ona. Kanarya gibi türkü söylemektedir, hem de sözlerini kendi yazdığı bir türkü Aladad'ın kızı." Çeşmenin başı benim, içinin taşı benim. Yar geldi buradan geçti, elinin kuşu benim" Çok etkilenir amca bundan, evlenmek ister onunla
Amca  : Eğer talibin varsa evlenecek misin?
Kadın  : Bekleyip göreceğim kaderimin bana ne yol çizdiğini.
Amca  : Belki de benim.
Kadın  : Eğer bana sinirlenirsen ne yaparsın?
Amca  : Bulur buluşturur şiir ezberlerim.


İLGİNÇ KARELER : Gezgin bir okul nasıl olur? Çadırdan olur, zemini örtüsüz taşlı olur ve elbette ki zili, koyun çanından olur.

Gabbeh'in amcası renkleri öğretir, renklerin kalplerini. Gökyüzünün mavisi, dünyayı aydınlatan güneşin sarısıyla birleşir ve bitkileri yeşillendirir.

EN BEĞENDİĞİM OYUNCU : Titrek sesi ile, gençliğe olan özlemini hissettirişi ile Hossesin Moharami'dir (yaşlı adam) bu filmde benim kalbimi fetheden. Filmin son sahnelerinde ise doruğa çıkmıştır performansını.

Kimdir Gabbeh? Yıllarca sürecek bir korkunun baş kahramanıdır.



16 Ağustos 2012 Perşembe

Baran

Tanıklık bilmek demekti. Kalplerde olanı bilmek ise ağır bir yük . . .*

Gelin birlikte, Majid Majidi'nin gözünden İran'lı bir gencin nasıl aşık olabileceğine tanıklık edelim.

Baran yağmur demektir, ıslatır karşısına çıkanı. Yürek ıslatır bu filmde, sağanak sağanak akar damlalar kim olduğuna bakmadan. Her yağmur sonrası güneş doğar mı?

Bir inşaat, yasak olmasına rağmen izinsiz çalıştırılan Afganlar, genç bir çocuk ve umutlar. Latif 17 yaşındadır ve Tahran'da bir inşaatta getir-götür işlerine bakmaktadır. Patronundan zorla sadece maaşının küçük bir kısmını alabilmektedir. Buna rağmen gizlice para biriktirmeye çalışır. Bir gün Afgan işçisi Najaf inşaattan düşerek sakatlanır. Mültecilik zordur, geçinmek, para kazanmak zordur bu nedenle oğlu Rahmat'ı gönderir inşaata. Rahmat'ın yaşı küçük, bedeni narindir. Ağır işlerde çalışır önce ama sonrasında asi Latif'in işi verilir ona. Latif kindarlığıyla eziyet etmeye çalışsa da gerçeğe şahit olur bir gün. Sırrın kahramanı Rahmat'tan başkası değildir. Bu sırla değişir Latif, hırslanır, başkalaşır. 



EN BEĞENDİĞİM DİYALOG : Müfettişlerin denetim için geldiği gün Rahmat inşaattan kaçmak zorunda kalır. Peşinden gider genç çocuk ve son güne kadar peşinde olacaktır. Onu bulmak için köye gider. Yolda karşılaştığı ayakkabıcıya tabanı delinen ayakkabısını tamir ettirir, sorular sorar. Sesi mi ele verir onu, bakışları mı yoksa dalmışken yaktığı çorabı mı?

Latif            : Burada yalnız mı yaşıyorsun?
Ayakkabıcı     : Yalnız yaşayan Allah'a komşu olur. "Ayrılık öyle bir ateştir ki alevi yürek yakar"
Latif            : Amca sende de güzel sözler varmış.
Ayakkabıcı     : Bu yüreğimin dilidir.
İLGİNÇ KARE : Latif yolda bozuk para bulur, etrafı kolaçan eder ve özenli bir şekilde ayağının altına saklayarak parayı alır. İlk karedeki satranç oynayan kişiler de ayrı bir ilginçlik katıyor.

GÜZEL BİR SAHNE : Aşk, nasıl da baktırır kendine. Tahran'a kar yağar, Latif'e güneş doğar. Baran'ın yollarını gözler. Heyecanıyla kendi gülümserken bizi de gülümsetir.


OYUNCULAR : Yoksulluk altında ne kadar hayata bağlı olur bir insan? Hossein Abedini (Latif) kah güldürüyor kah duygulandırıyor. Hırsı, kızgınlığı, mütevaziliği, dürüstlüğü, mutluluğu, korkuyu kısacası tüm hisleri film boyunca net bir şekilde sergiliyor. 
Tek kelime etmeden bir filmde başrol oynamak ne zor iştir. Zahra Bahrami (Baran), taş kaldırır sesi çıkmaz, çuval taşır sesi çıkmaz, tokat yer yine sesi çıkmaz. Erkek gibidir zaten kılığı değişse de. Masum yüzü ne çok şey ifade eder ve kelimelere gerek kalmaz.

Çünkü gerçek aşk gizli olandır . . .*

* Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk


11 Ağustos 2012 Cumartesi

Serçelerin Şarkısı - Avaze Gonjeshk-ha - The Song Of Sparrowa

Karşınızda Majid Majidi, Mohammad Amir Naji ve sıcacık, masalsı bir film.

Baba olmak, umut, hayaller, dürüstlük, cömertlik, başarısızlık, şans, adalet.. Zarif, şiirsel anlatımla hepsi bir arada. Diğer İran filmlerinde pek rastlayamadığımız bol müzik ve sizi gülümsetecek, aralara serpiştirilmiş mizah da bulunuyor bu filmde. Kentsel ve kırsal yaşam geçişleri ile, modern dünyanın, insanı nasıl da farklılaştırdığının tasviri yapılıyor.



Devekuşu çiftliğinde çalışan Kerim'in büyük kızı Haniye işitme engellidir ve işitme cihazı bir gün, kullanılmayan su deposuna düşerek kullanılmayacak hale gelir. Kerim'in, 1 ay sonra sınavlarına girebilmesi için kızına yeni bir cihaz alması gerekmektedir ancak bunun için yeterli kazancı yoktur. Talihsizlik Kerim için, çiftlikten kaçan bir devekuşu yüzünden işten atılmasıyla devam eder. Şans, çoğu zaman her şeyin bittiğini düşündüğümüz anda gelir. İşitme cihazının tamiri için şehre inen Kerime, çalışması için yeni fırsat sunacaktır hayat. Bir yandan baba, eş olmanın verdiği sorumluluk, diğer yandan insan olmanın zaafları. Yeni işi ile birlikte yeni bir dünya tanıdıkça Kerim de değişmeye başlar. Yalanlara, sahtekarlığa, riyakarlığa şahit olur. Değişimin, ona ve ailesine etkisi hemen hissedilmeye başlar.


EN ETKİLENDİĞİM DİYALOG :  Kerim ve oğlu hastane bahçesinde oturmaktadır. Hüseyin kendisi ve babası için meyve suyu almak ister ancak ikisi için yeterli parası yoktur. Tek meyve suyu ile babasının yanına döner.

Hüseyin  : Bu senin için
Kerim      : Neden kendine de almadın?
Hüseyin  : Ben sevmiyorum

(Kerim birkaç yudum içtikten sonra, ısrarı ile Hüseyin'e içirmeyi başarır)

EN İLGİNÇ KARE : Kaybolan devekuşunu tepelere çıkarak arayan Kerim, ilginç bir yöntem bulmuştur. Bu kuş size de tanıdık geliyor mu? :)

KOMİK BİR SAHNE : Çocuklarına devekuşu yumurtası kırmanın hilelerini, püf noktasını anlatır Kerim. Ama nedense kabuğu kötü çıkar ve düzgün kırılamaz! Hüseyin'in tepkisi görülmeye değer.








EN ETKİLEYİCİ SAHNE :  Ne zordur büyükleri inandırmak, ikna etmek... Yaşından büyük hayalleri vardır Hüseyin'in. Çamur dolu kuyuyu temizleyip balık yetiştirmektir, onun ve arkadaşlarının hayali. Hiç pes etmez. Küçük bedeni hırsla, azimle çalışır. Tam başarmışken...








BU SAHNE NE ANLATIYOR : Müşterisi yanlışlıkla fazla para verir Kerim'e. Ardından seslenir ama duyuramaz. Yol üstünde rastladığı seyyar satıcıdan erik almak ister. Pahalı gelse de fiyatı, Kerim için mahsuru yoktur. Cebindeki fazla parayla 1 kilo daha fazla erik satın alır ama hakkı olmayan erikler onunla eve kadar gelmeyecektir.







EN İYİ OYUNCU : Mohammad Amir Naji'nin (Kerim) en beğendiğim oyuncu olduğunu daha önce de belirtmiştim. Majid Majidi'de benimle aynı fikirde olacak ki birçok filminde Amir Naji'yi bizimle buluşturmayı seçiyor. Baba olmak ona o kadar yakışıyor ki bu filmde performansının en üst seviyesine şahit oluyoruz. Zaten 2008 yılında Asya Pasifik Sinema Ödülleri'nde ve Berlin Film festivalinde En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini almıştır bu filmle.


Küçük Hüseyin'i unutmamak gerekir. Filmi eğlenceli kısmını tek başına yüklenmiş. Tavırları, mimikleri, ses tonlamaları ile kendini kanıtlamış ve kusursuz bir oyunculuk sergilemiş.

Son olarak Majidi'nin , Türk izleyicilerine İbrahim Tatlıses şarkılarıyla sürpriz yaptığını söylemeden geçemeyeceğim.